Teşekkür Etmenin Spiritüel Anlamı ve Şifalandırıcı Gücü | Gönül’den Gönlüme


Teşekkür Etmenin Şifası
Kalpten gelen bir “Teşekkür ederim”… sadece bir söz değil, evrene fısıldanan bir şifa niyetidir.

Hayat, bazen karmaşık, bazen sade… Ama her halin içinde bir armağan gizlidir.
Teşekkür etmek, o armağanı fark etmektir.
Bu yazıda, teşekkür etmenin neden bir şifa yöntemi olduğunu, spiritüel anlamını ve kadim bilgelikteki yerini keşfe çıkıyoruz…

Teşekkür Etmek Ne Anlama Gelir?
Teşekkür etmek; sadece bir kibarlık ifadesi değil, farkındalıkla yaşamanın ta kendisidir.
“Sen varsın, ben bunu görüyorum” demektir.
Birine teşekkür ettiğimizde, onun varlığına tanıklık ederiz.
Hayata teşekkür ettiğimizde ise, onun sunduğu her deneyimi kabul ederiz.

Teşekkür Etmenin Ruhsal Faydaları
– Kalp frekansını dengeler.
– Anda kalmayı kolaylaştırır.
– Şikâyet enerjisini dönüştürür.
– İlişkileri derinleştirir.

Spiritüel Öğretilerde Teşekkür
Teşekkür, evrensel olarak tüm spiritüel geleneklerde bir şifa kapısıdır:
– Sufilikte: Teşekkür, şükürle birlikte bir zikir biçimidir.
– Şamanizmde: Doğaya, atalara, elementlere teşekkür etmek bir ritüeldir.
– Yoga felsefesinde: Minnettarlık, kalp çakrasının dengelenmesiyle ilişkilidir.

Kadim Bilgelikte Teşekkürün Yeri
Kadim uygarlıklarda (Mısır, Hint, Sümer) teşekkür bir ibadet olarak görülürdü.
Yemeğin ardından toprağa, Güneş’e, suya teşekkür edilir; sadece alınan değil, yaşanılan da kutsanırdı.

Teşekkür Etmek Neden Şifadır?
Çünkü teşekkür:
– Kabul’dür.
– Teslimiyet’tir.
– Kibirden özgürleşmektir.
Ve her “teşekkür ederim”de, evrenle bir hizalanma yaşanır.

Kapanış Duası
“Teşekkür ederim Rabbim…
Bu bedene, bu nefese, bu hayata.
Görmem gerekenleri gösterdiğin, öğrenmem gerekenleri getirdiğin için…
Varlığa teşekkür ediyorum.
Ve her şeyin senin planında bir yer tuttuğunu biliyorum.
Şifa, teşekkürle başlar…
Kalbim açık, niyetim sade:
Teşekkür ederim… Bu da bir şifa.”

Dünyanın En Güzel Şeyi Eve Dönmektir



Gönül’den
Gönlüme bir yolculuktayım 💜

Bir yolculuktan dönmenin huzuru gibisi
yoktur. Bavulun açılmamış olsa bile içindeki telaş çoktan dağılmıştır. Geriye
sadece o tanıdık koku kalır: Ev kokusu.

Ama “eve dönmek” bazen sadece bir adres
değildir… Bazen bir annenin sesi, bazen sevdiğin bir şarkının nakaratı, bazen
de kendi kalbine kavuşmaktır. İşte tam da bu yüzden, dünyanın en güzel şeyi bir
binaya değil, bir hâle dönmektir.

Ev, güven duyduğumuz yerdir. Kapısını
çalmadan girebildiğimiz, olduğumuz gibi kabul gördüğümüz. Gözyaşlarımızı
saklamak zorunda olmadığımız tek yer… Ama asıl ev, içimizdedir. Çünkü ne kadar
uzağa gidersek gidelim, en büyük yolculuk, kendimize yaptığımızdır. Kendimizi
affettiğimiz, olduğumuz hâlle barıştığımız an… İşte o an kendimize döneriz.

Eve dönmek bazen bir pişmanlıkla olur.
Bazen bir kayıpla… Bazen de sadece “artık yeter” dediğimiz bir yorgunlukla.
Ama her ne sebeple olursa olsun, dönmek bir şifadır. Kırıldığımız yerleri
toplarız. Sustuğumuz yerlerde yeniden konuşmayı öğreniriz. Ve içimizde
unuttuğumuz o sıcacık yuva ışığını yeniden yakarız.

Eve döndüğümüzde, birilerine ya da bir yere
değil… Kendimize “Ben geldim” deriz.

“Yoruldum ama buradayım.
Sarsıldım ama vazgeçmedim.
Düştüm ama kendimi yeniden ayağa kaldıracak gücüm var…”
Bu sözleri kalpten kalbe söylemek, işte o zaman her yer yuva olur.

💜 Kapanış Duası:

“Yüreğimde unuttuğum evi hatırlamama yardım
et Allah’ım.
Dışarıda aradığım sevgiyi, içimde bulmama yardım et.
Her uzaklaşma bir yakınlaşma,
Her kayboluş bir hatırlayış olsun.
Ben kendime döndükçe, evim de bana gelsin.
Ve ben her gün, içimdeki huzurun kapısını aralayabileyim.
Amin.

Yılın Kalbinden Geçen Kapı: 8-8 Aslan Kapısı ve Kova Dolunayıyla Gelen Ruhsal Devrim

💜 Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım…

Her yılın kendine ait bir ruhu, bir geçidi, bir anahtarı vardır. Ve işte Ağustos’un kalbinde duran o kapı: 8-8 Aslan Kapısı ve hemen ardından gelen 9 Ağustos Kova Dolunayı, ruhumuzun derinliklerine inen, kaderimizi yıldızlarla hizalayan, bizi “ben”den “biz”e taşıyan ilahi eşiklerdir.

8-8 Aslan Kapısı: Kalbin Kapısı Açılıyor

8 Ağustos, Aslan burcundaki Güneş’in, Sirius yıldızıyla tam hizaya geldiği yılda bir kez açılan bir portaldır. Bu hizalanma, fiziksel gözle değil ama ruhsal gözle görülür.

Sirius, kadim bilgeliğe göre “Ruhun Güneşi”dir. Bu ışık geldiğinde ruhumuzda yanan ateş yeniden canlanır:
– Kalbimizin sesi yükselir
– Cesaretimiz parlar
– Yaradan’la aramızdaki köprü canlanır

Sirius bize fısıldar:
“Sen yıldız tohumusun. Korkularını bırak, kalbinin liderliğini kabul et.”

Ve bu kapıdan geçmek için en büyük bilet: SEVGİ
Ama sıradan bir sevgi değil… Öz sevgi, ruh sevgisi, ilahi sevgi…

9 Ağustos Kova Dolunayı: Işığını Paylaş

Aslan’ın “BEN” sesiyle açılan bu portal, Kova’nın “BİZ” sesiyle taçlanır. Bu dolunay, seni sadece içsel olarak değil, toplumsal olarak da bir görev bilinciyle buluşturur.

Belki bir topluluk kurmak,
Belki bir şifa yolculuğu başlatmak,
Belki de sadece kalbini görünür kılmak…
Her neyse o ‘gönlünden geçen’, artık ertelenemez.

Bu dolunay, eski kalıpları kırar. Özgürleştirir. Ve seni ruhun görevine çağırır.

Kalpten Gelen Mesaj: “Sen Hazırsın”

Bu iki enerjinin birleşimi şunu söylüyor bize:
Artık “hazır değilim” demek geçmişte kaldı.
Artık “bir gün” demek ilahi akışı engelliyor.
Zaman şimdi. Kapı açık. Kalbin davetli.

Gönül’den Dua:

“Ey yıldızların rehberliğiyle gelen ilahi ışık…
Kalbimi sana açıyorum.
Cesaretle, aşkla ve özümle hizalanmaya niyet ediyorum.
Işığımı hatırlıyorum.
Ve bu ışıkla dünyaya hizmet etmeye razıyım.
Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım 💜”

Önerilen Ritüeller:

– 8 Ağustos gecesi beyaz mumla kalpten gelen niyetlerini yaz, oku ve kalbinin altına koyarak uyu.
– 9 Ağustos’ta deniz, duş ya da tuzlu suyla bir arınma yap. “Tüm eski kalıplarımı bırakıyor, özgürlüğe adım atıyorum” de.

Lavanta Kokulu Dua

Lavanta Kokulu Dua
“Şifanın kokusuyla sar beni…”

Ey kalbime huzur taşıyan Yüce Güç…
Tüm yorgunluklarımı, söylenmemiş sözlerimi,
İçimde sıkışıp kalan ne varsa
Bu lavanta kokulu akşamda bırakıyorum sana.

Ruhumun kıyısına usulca dokun.
Beni arındır, yumuşat,
Kırıldığım yerleri mor çiçeklerinle onar…

Her nefeste bir huzur,
Her kalp atışımda bir şükür fısılda bana.
Kendimi sevgiyle sarmama izin ver.
Affetmeyi, bırakmayı ve akmayı öğret yeniden.

Ve şimdi,
Ben bu lavanta kokusunda
İyileşiyorum…
Şifaya teslimim.
Aşkla… 💜

“Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım.”

Her Güne İlahi Özle Başlamak: Sabah Niyetleri



Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım 💜

Her yeni gün, İlahi bir armağan.
Bir başka uyanışa, bir başka şifaya, bir başka hatırlayışa kapı…

Ve o kapının eşiğinde seni bekleyen biri var:
İçindeki en iyi sen.
Korkusuz, yumuşacık, sevgi dolu olan o saf öz.
O öz ki, Yaradan’ın sana üflediği İlahi nefesle vücut bulmuş hali…

Ama neden bazen onunla uyum içinde uyanmıyoruz?
Çünkü unuttuk.
Kendimize dönmeyi, sabahın o kutsal sessizliğinde O’nunla buluşmayı,
Kalbimizin hakikatini duymayı…

Halbuki sabahın ilk ışığı bize hep şöyle fısıldar:
“Uyan canım kulum,
İçindeki ışığı hatırla.
Bugün de Ben seninle yürüyeceğim…”

Neden her güne içindeki en iyiyle başlamıyorsun?
Çünkü en iyi halinle uyumda olmak, İlahi plana teslim olmaktır.
Kendine sadık kalmaktır.
O özle bağ kurduğunda;
Duaların derinleşir, niyetlerin saflaşır, adımların ışıkla dolar.

Ve o zaman…
– Güneş yüzüne değil, ruhuna doğar.
– Kahvaltı bir şükür sofrasına dönüşür.
– Aynadaki gözlerin, Rabbini anımsar.

Her gün yeniden yaratılıyorsun.
O halde neden Yaradan’ın içindeki izine uyanarak başlamayasın güne?


🕊 Gönülden Bir Dua:
“Ya Rab, bu sabah da içimdeki en iyi halime uyanmak istiyorum.
Senin sevgini, rahmetini ve nurunu kalbimde hissetmek istiyorum.
Her adımımı Seninle uyum içinde atayım.
Beni bana hatırlat…
Ve en çok Sana yakın olan halime yaklaştır 💜”


Küçük Bir Sabah Niyeti:
“Bugün içimdeki İlahi özle buluşuyorum.
Kendime ve Yaradan’a sadık kalarak yaşıyorum.
Gönlüm açık, niyetim berrak, yolum aydınlık olsun.”


Rüyada Babama Sarıldım


“Baba, sana doya doya sarıldım.
Artık içim biraz daha hafif.
Ve seni her hücremle seviyorum.”

“Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım…”

Dün gece… rüyama babam geldi.
2010 yılında veda ettiğimiz o güzel adam…
O günden bu yana içimde taşıdığım özlemle yürüdüm.
Ama ilk defa…
İlk defa ona sarıldım.
Ve öyle çok ağladım ki…
İçimde yıllardır bekleyen o kucaklaşma nihayet gerçekleşti.

O bana sarılırken zaman durdu sanki.
“Ben hep seninleydim.” dedi sessizce.

Şimdi biliyorum…
Baba gitmedi.
Kalbimde, içimde, nefesimde yaşıyor hâlâ.

Ve ben…
O sarılmanın ardından daha hafifim.
Daha sevgi doluyum.
Daha tamamım.

Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım…
ve sen de benimle, baba.

Kendine Dönmenin Gücü: Yorgunluğun Nedenleri

Hayat bazen sessizce tüketir bizi.
Dışarıdan bakıldığında güçlü görünsek de, içimizde küçük kırılmalar birikir. Bu yazı, o yorgunluğun asıl nedenini keşfetmek ve kendimize yeniden sarılmak için bir davet…

Gönlünden gönlüne bir yolculuk…

Fark ettim ki bir ilişkiden, bir işten ya da bir hayalden ayrıldığımızda, çoğu zaman dilimizden şu cümle dökülüyor:
“Çok yoruldum.”

Ama bu yorgunluk, yalnızca karşı tarafla ya da o dış dünyadaki sorumluluklarla ilgili değil. Asıl yorgunluk… Kendimizi duymadığımız yerlerden geliyor. Kendi kalbimizin sesine kulak tıkadığımız, ihtiyaçlarımızı ertelediğimiz, “Ben de varım” demeye çekindiğimiz o anlardan…

En çok, olmak isteyip de olamadığımız haller yoruyor bizi.

Verip de geri alamadıklarımız, sabırla bekleyip karşılığını göremediklerimiz, birilerinin önceliği olmak için kendi varlığımızdan ödün verdiklerimiz…

Beden yorulmaz o kadar aslında.

Ama kalp… İçine attıklarıyla ağırlaşır. Kendi hakikatinden uzaklaştığında, her adımı biraz daha eksilerek atar.

Ve sonra bir gün, hiç olmadık bir yerde, sadece bir nefeslik boşlukta fark ederiz:
“Ben, kendimden ne kadar uzaklaştım?”
İşte o fark ediştir yorgunluğun en net tercümesi.

Ama güzel haber şu: Her fark ediş bir dönüş kapısıdır. Yorgunlukla birlikte, içimize bakma cesareti de gelir bazen.

Belki sessiz bir sabah, belki beklenmedik bir an…

Birden, sadece kendimiz olmak isteriz. Şartsız, beklentisiz, kimseden izin almadan…

Çünkü en çok, kendimize sırt döndüğümüzde yoruluyoruz. Ve en çok, kendimize dönerken iyileşiyoruz.

Bugün yorgunsan, dur canım…

Biraz sus, biraz dinle, biraz sarıl kendine. Belki ihtiyacın olan tek şey, kendine “Ben buradayım” demek…


Dua 💜
“Ey kalbimin sesi…
Yorgunluklarımı sevgiyle sar, içimde susturduğum ne varsa şimdi şefkatle konuşmama izin ver. Kendime dönmeye, iç sesimi duymaya, yeniden ‘ben’ olmaya niyet ediyorum. Her nefesimde biraz daha kendime yaklaşmak, ilahi sevginin kollarında dinlenmek istiyorum.”

Gönül’den Gönlüme bir yolculuktayım 💜

     ÇINAR AĞACI

                                                   

Hiç dikkat ettiniz mi? Etrafınızda, şehir merkezlerinde koca koca, yaşlı çınar ağaçları vardır.

Peki bunların orada olmasının bir nedeni olduğunu düşündünüz mü?

 Evet, onların orada olmasını bir sebebi var. Yani rastgele oluşmuş ağaçlar değillerdir.

Çınarın Türk tarihindeki yeri

Milletlerin tarihlerinde birçok varlık önemli bir yer almaktadır. Kimi ayıyı sever, kimi kurdu, kimi aslanı… Türkler ’de de kurt kadar önemli başka bir canlı çınar ağacıdır.

“Ulu ağaç” olarak nitelendirilen çınar evin ağacıdır. Doğumun temsilcisi olan çınar, yapraklarını geç dökerse kışın geç geleceğini, erken dökerse sert geçeceği inanışı vardı. Hatta çocukları doğduğunda bir çınar ağacı diken aileler, uzun ömürlü olmalarını istedikleri için böyle bir şey yaparlardı.

Osmanlı döneminde ise geçmiş ile geleceği birbirine bağladığına inanılırdı. Çünkü çınarın ömrü çok uzundu ve nesiller boyunca bir mesaj aktarabilirdi.

Çınar güçlü, uzun ömürlü, dayanıklı, yüce anlamına gelir.

Aynı zamanda çınar, yüceliğiyle sonsuzluktur. Uzun yaşayan büyüklerimize çınar örneği veririz; “Çınar gibi adam” deriz.

Aynı zamanda babanın gücünden bahsetmek için de çınar benzetmesi kullanılır; “baba çınar ağacı gibidir meyvesi olmasa da gölgesi yeter” denir.

Sevginin bir ifadesi olarak da çınar benzetmesi yapılır. Çınar yaprağı ile aşkınızı, sevginizi çınar ile uzun ömürlü ve sonsuz olarak tarif edebilirsiniz.

 Ihlamur ve çınar ağacının mitolojik öyküsü

 Yunan ve Roma mitolojisindeki efsaneye göre Baukis ve Philemon, Frigya dolaylarındaki bir kentte yaşayan yoksul ve yaşlı bir çifttir.

Bir gün Tanrı Zeus ve oğlu Hermes, Olympos dağından inerek insan kılığına bürünür ve halkın arasına karışırlar.

Kimi kaynaklara göre bugünkü Bergama, kimine göre ise Kapadokya civarına gelen iki tanrı burada gördüklerinden hiç hoşlanmadıkları gibi, kalacak yer istedikleri hiçbir ev sahibi tarafından da misafir olarak kabul edilmezler.

Sinirlenen tanrılar, en son şanslarını Baukis ve Philemon’un kapısını çalarak dener.

 Basit bir kulübede yaşayan yaşlı çift iki adamı kabul eder ve tüm yoksulluklarına rağmen son derece cömert davranırlar.

 Misafirlerine şarap ve yemek ikram eden Baukis, bir an farkeder ki, görünmez bir bereket sayesinde iki adam yiyip içtikçe sofradan hiçbir şey eksilmiyordur!

O an yaşlı çift iki adamın tanrı olduğunu anlar ve herhangi bir hata yaptılarsa kendilerini bağışlamalarını isterler. Zeus buna gerek olmadığını, evlerini onlarla terk etmelerini söyler.

Çünkü konukseverlik göstermeyen herkesi ve kasabayı yok edecektir.

Bunun üzerine Tanrılarla beraber dağın zirvesine çıkan yaşlı çift, kasabanın sular altında kaldığını görür; fakat kendi kaldıkları kulübe, artık gösterişli bir tapınağa dönüşmüştür.

Zeus yaşlı çifte bir şey isteyip istemediklerini sorar.

Yaşamdan pek bir beklentisi olmayan karı-koca, tapınağın bekçisi olmayı ve en önemlisi birbirlerinden hiç ayrılmamayı, vakti geldiğinde beraber ölmek istediklerini söyler.

 Zeus bu isteği yerine getirecektir. Ölüm vakti geldiğinde birbirini çok seven bu yaşlı karı koca, iç içe geçen iki farklı ağaca dönüşür. Derler ki; onlar artık aynı gövdede birleşen çınar ve ıhlamur ağacı olmuştur.

Namaste

Gönül Uzun

Timüs Bezi

Timus organıcığını aktif et bağışıklığını güçlendir ‼️

Timüs bezine vurarak titreştirmek , bağışıklık sistemimizi güçlendirir, otonom sinir sistemimizi gevşetir ve sakinleşiriz . Aynı zamanda beyaz kan hücrelerinde salgılamış oluruz.

Ergenlik döneminde , ileri yaşta yani her dönem uygulayabilir ve uygulatabilirsiniz.
Sadece 20 saniye bile yapmanız fayda sağlayacaktır

Diğer bir yöntemlerse
👉Kahkaha atmak
👉Dilimizin ucunu ateş noktasında tutmak

İçten dışa sağlıklı, keyifli, kanlı canlı olmak için bu basit pratiği uygula 💖 Timüs bezin ne kadar titreşirse, beden kimyan o kadar düzene giriyor.

Üzüntü kaynaklı dirençleri bilhassa hafifletiyor.

Anadolu köylerinde ağıt yakan kadınların göğüslerine elleriyle vurmaları gibi. Bağışıklık sistemin güçleniyor, sinir sistemin sakinliyor.

Mutluluk hormonları salgılanıyor, rahatlıyorsun.
Denemeye değer, ne dersin?
Ha birde kalbinden güler, kahkaha atarsan ooh ne güzel…

Timüs bezi, vücudun göğüs boşluğunda bulunan bir organdır. Timüs bezinin bulunduğu noktaya parmaklarla yapılan dairesel vuruşa “Timüs Vuruşu” denir.

Sağlıklı ve dinç olmamız, genç kalmamız hastalıklara karşı direncimizin artması Timüs bezinin hormonları sayesindedir.

Tek Sahip Olduğun An Şu An

Kabul etmek bir şeyi şu anda olduğu hali ile görmektir.

Başınız ağrıyorsa başınızdaki ağrıyı kabul edin.

Kilo almışsanız bedeninizin şu anki halini neden reddedesiniz?

Er ya da geç her şeyi olduğu gibi kabul etmek gerekir. Kabul için genellikle duygu dolu inkâr ve öfke dönemlerinden geçmek gerekir.

Bu aşamalar bir şeyin olduğu gibi kabul edilme süresinin aşamalarıdır.

İyileşme sürecinin aşamalarıdır. Hatta ben iyileşmenin olduğu hali ile kabul etmek olduğunu düşünüyorum.
Gerçekten değişebilmek için önce kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemiz gerekir.

Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeyi seçmek bir öz şefkat ve zekâ ürünüdür.


Bu şekilde düşünmeye başlarsanız kilo vermek önemsizleşecektir.

Sadece önemsizleşmekle de kalmayacak, aynı zamanda kolaylaşacaktır.

Kasıtlı olarak kabul etme tutumunu kazanmak iyileşmek için gereken ortamı yarakmaktır.


Kabul etmek, her şeyi beğeneceksiniz ya da olaylar karşısında pasif bir tutum sergileyeceksiniz veya kendi prensiplerinizi ve değerlerinizi yok sayacaksınız anlamına gelmez.

Her şeyin olduğu halinden tatmin olmanız ya da bir şeyler öyle olması gerekiyor diye o şeyleri tolere etmek zorunda olmanız anlamına da gelmez.

Adaletsizlik karşısında susup oturmanız anlamına da. Kabul etmek, boyun eğmek değildir.


Kabul etmek bir şeyi er ya da geç mevcut olduğu hali ile görmek ve buna gönüllü olmaktır.

Bir şeyi olduğu hali ile görebiliyorsanız, ne yapmanız gerektiğine dair net bir düşünceniz olur.

Bir şeyi yargılarınızın, tutkularınızın, korkularınızın ya da önyargılarınızın lenslerinden görmek görüşünüzü bulanıklaştıracaktır.


Şimdi ve burada olanları kabul ederiz.


Unutmayın ki tek sahip olduğumuz şu anlarımızdır.

Namaste

GÖNÜL UZUN